22 Aralık 2009 Salı

Ankara, Mon Amour!

alışıldık akışın değiştiği anlardan birisi....

" Çocuklar yavaş yavaş annelerinin L-salon dedikleri yepyeni mobilyalarla döşenmiş, perdecide diktirilen ağır perdelerin yerleri süpürdüğü salonlara, ya da bir zamanlar uzak halleri ve yaz kış bu gibi kumaşlarıyla ayrıcalığın ta kendisi olan misafir odası koltuklarının, yeni yüzleriyle sakin bir emeklilik yaşadıkları oturma odalarına çekilmişlerdi. Ankara hâla tüm mevsimleri aynı ciddiyetle yaşıyordu. Apple, Galaxy ve Papazın Bağı bazılarının hayatlarından girdikleri gibi çıkıvermiş, yerlerini zafer çarşısı'na bırakmıştı.
Artık artistler değil, yönetmenler önemliydi.
Leonard Cohen ile Ali Asker'in sesleri birbirlerine karışırken, bildiğimiz mahalle arkadaşları mücadele arkadaşları olmuşlar, bazı analar babalar bu kez 'anarşiye karışanın' kendi çocukları olduğunu eşten dosttan saklamaya çalışarak Mamak'ın yolunu tutmuşlar, 'dağ başını duman almış' romantizmiyle büyüyen çocukların 'dağlarına bahar gelmiş memleketimin' diyerek içlenmeleri karşısında ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Uykusuz geçen gecelerinde akıllı bir çocuğun kalpsiz ana babaları mı yoksa kalpsiz bir çocuğun acı çeken ana babaları mı oldukları sorusunu sorup duruyorlardı kendilerine. Beş on yıl önce inşaatta çalışan amelelere üzülüp su taşıyan 'merhametli yavrularının', şimdi bu merhametlerini tüm dünya proleteryasını kurtarmak isteyecek kadar ileri götürmelerini affedemiyorlar, 'esrara alışsa bundan daha iyiydi, hiç olmazsa tedavi ettirirdik' diyerek karabasanlı rüyalara dalıyorlardı. Çocuklar ise sanki güç bir integral çözermişçesine soğuk bir edayla dünya devriminden bahsederlerken, yüreklerinin derinliklerinde bir yerde neden artık hep kalpsiz ve çalışkan çocukların makbul olduklarını sorup, tekrar tekrar kırılıyorlardı.
O günlerde, Ankara'da, Küçükesat'ta birbuçuk odalı bir çatı katında, adına kader denilen bir hayat, adına ideoloji denilen başka bir hayatla birlikte yaşamaya başladı. Jan Eyre ile Kapital, sokak ile ev, dün ile şimdi tekrar bir araya geldiler. Yıllardan bindokuzyüzseksen, mevsimlerden yaz, aylardan yine Haziran'dı. Ben İngiliz Edebiyatı öğrencisi Emel Kurtaran geceleri duvarlara yazı yazanlarla bir zamanlar gazoz kapakları toplayanların aralarında bir iilgi olduğunu anlayacak ve yeni bir yaz rüyasına dalacaktım. "

Şükran Yiğit

Hiç yorum yok: