8 Temmuz 2009 Çarşamba

Parisyen bir gezi sonrası... (tek parçalık dinletilere devam)

Parizyen olabilmek ya da benim dilime düşen şekli ile Parisyen olabilmek; Parisli gibi, zarif ... Ne kadar ilginç Paris sahip olduğu o önemli tarihsel dönemeçlere rağmen aşk ile zerafet ile "şık olabilmek" ile anılır olmuş. Yine de o tarih kendisini, tüm ilgi Eiffel denen o koca teneke yığınında toplansa da, tarihe hiç de meraklı olmayanlara bile Rue Saint-Antoine, Bastille gibi otobüs güzargahları ile kendini göstermekteydi.

Notre Dame Katedralı ile başladım bu serüvene, ilk gideceğim yerin burası olması biraz da bilinçli bir tercihti. 1998 yılında Paris'te sahnelenen, ardından müzik albümü yayınlanan Notre Dame de Paris müzikali, lise yıllarımın son dönemlerini çok etkilemiş, Victor Hugo'nun romanının bendeki etkisini kat be kat artırmıştı. Kulağımda o ezgiler, hafiften mırıldanarak gezindim katedralde, romanda yaşanan tüm olayları gözümde canlandırmaya çalışarak ... Bu albümde Belle, Danse mon Esmeralda gibi parçaların gerisinde kalan ama benim en sevdiğim parça olan Bohemienne (bir çingene kızının yaşamını anlatmakta) şimdi iyi gider sanırım...

Ardından 4 gün boyunca devam etti şehir turu, elde harita, akılda gidilmesi gereken yerler ama daima Paris'in ruhunu arayarak... Aslında çok şey aramadım, sadece sanat; sokak sanatı. Dinlediğimizde bu ne güzel bir dil böyle dediğimiz, o Parizyen havayı hissettiren parçaların sokaklardaki, cafelerdeki icraası. Hip hop tarzı sokak müzisyenleri yerine mesela Patricia Kaas'dan Mademoiselle Chante le Blues'u söyleyen birilerini aradı gözlerim. Belki de bu kısa gezimde yanlış zamanda yanlış yerlerde dolandım durdum.

Paris, tarihin ve aşkın kenti ama aynı zamanda da çelişkilerin, yoksulluğun, farklı etnik kimlikteki insanların, farklı sınıfsal aidiyetler içerisinde, farklı yaşamlara sahip olduğu, her birinin farklı farklı Paris'ler de yaşadığı koca bir metropol... Siz mimarisinde büyülenmiş, kaybolmuş bir şekilde şehri dolaşırken, sokakta uyuyan insanların yanından geçmektesiniz. Günün her saati en pahalı mağazalardan alış veriş yapmış, şık poşetler taşıyan şık hanımlara bakarken siz, yanınıza Fransız ya da başka milletten dilenciler yaklaşabilmekte, ya da siz ve onlar o rahatlıkla dolaşırken birileri öğle yemeklerini tamamlamış iş yerlerine koşturabilmekte.

Fransızca ezgilerden uzak bir gezi oldu benimkisi, somutlukta daima aranan, bulunamayan ama her dem aklımda yer alan ezgilerle tamamladım yolculuğumu.

Ama içimde de kalmasın istedim bu ezgiler, bana Paris'in çok kimlikli yapısını hatırlatan güzel bir ezgi de Jane Birkin'den Elisa ...

Son olarak da olmazsa olmazlar, Edith Piaf'dan Mon Ami M'a Donne ve Enrico Macias'dan Adieu Mon Pays .

Keyifli dinlemeler...

Hiç yorum yok: