Ölümü kolay kabul edebiliyoruz , yenilgiyi kabullenmek zor. Hayatın bir yüzünde yenilgiler olduğunu unutuyoruz kolayca, hayat sadece yengilerden oluşuyormuş gibi. Bir akıl arıyoruz yenilgiyle baş edebilmek için, sağlam bir gerekçe arıyoruz. Yoksa yenilgilerle yaşamak zor geliyor.
Ülkemizin son otuz yıllık tarihi, neredeyse, “sınıf mücadeleleri tarihi” yerine “solun yenilgiler tarihi” olarak anılacak. Sol ders almıyor, sol birleşmiyor, sol artık sol değerleri savunmuyor, sol halktan kopuyor, sol örgütlenmiyor vs. Hadi hepsini kabul edelim solun yine de son dönem de en iyi yaptığı şey kendini eleştirmesidir. Ama ne eleştiri! Eleştirenlerin yazdıklarına bakarsanız, ki haklarını yemeyelim, kendilerini asla muaf tutmazlar eleştiriden, aslında sol top yekün durdurulamaz bir yanlışa sürüklenmiştir. Sol aslında iyidir ama alem kötüdür. Aleme uymaya çalışan solcu da arafta kalır. Sola dönük eleştirel romanların ana karakterleri de bu arafta kalanlardır. Yani solun cennetiyle düzenin cehennemi arasında kalanların gözünden izleriz olan biteni. Böylece her iki tarafı da gözlemleyebilen, kendi çelişkilerinden bizi haberdar eden bir karakterimiz olur.
Ben kendi adıma en çok bu karakter olmayı isterim hep. Bizi kızmaktan çok empati kurmaya zorlayan, zayıflıklarına yenilip aşık olabilen hatta bu yüzden acı çekebilen, büyük laflar eden yan karakterleri sadece dinleyip risk almayan, özgür ve sürprizlere açık bir karakter…
Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın özgün tezleri ve islamiyetin bu topraklardaki kökleri ile ilgili ilginç bilgiler dışında, bildik bulduğum bir romanın dumanı üzerinde bir okumasından sonraki çağrışımları ile yazdım yukarıdakileri.
Keşke, Vedat Türkali, gerçekten “yalancı tanıklar kahvesi” üzerine yazsaydı diye düşündüm. Çok ilginç olurdu.
Kitabın tanıtımı için uygun görülen metini de sizinle paylaşayım da haksızlık etme riskini azaltayım istedim;
1999 yılında yayınlanan iki ciltlik Güven'den 5 yıl sonra gelmişti Kayıp Romanlar (2004). Yayınlandığı ay içerisindeki okumuştum Kayıp Romanlar'ı. Güven'in bıraktığı yerden alıp günümüzdeki olaylara bakan bir romandı ve gene 5 yıl sonra yeni romanı çıktı Türkali'nin: Yalancı Tanıklar Kahvesi. Bu kez 1970'lerin ikinci yarısını, 1980 darbesine kadar olan süreci konu edinmiş.
Çoğunlukla Ankara'da geçiyor hikaye. Kahramanımız Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü öğrencisi Muhsin, güneydeki bir kasabadan, ağa çocuğu. Üniversitede tanıştığı Salih'in ve belki bir ölçüde okuduğu bölümün etkileriyle kendini solda konumlandırmış. Roman Muhsin'in kendini tanıma, hayattaki yerini bulma sürecini anlatıyor. Arka planda, siyasi cinayetlerle 1980 darbesine sürüklenen ülkenin yaşadıklarına tanıklık ediyoruz. Öyle sanıyorum ki, romanın bilen kişisi Nedim Hoca'nın ağzından Vedat Türkali, ülkenin yaşadıklarına yorumlar getiriyor. Nedim Hoca, okuldan atılmış bir felsefe öğretmeni. Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin yakınlarında FİDE adında kitapçı işletiyor. Muhsin'e ve dönemin diğer gençleriyle birlikte okuyuculara öğütler veriyor, ülkedeki sol hareket ile ilgili tespitlerde bulunuyor. Özellikle Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın öğretisine göndermeler dikkat çekici. Türkiye'de solun halk içerisinde kabul görmemesini, halkın yaşamında önemli yere sahip dinsel inanca yönelik tutumuna bağlıyor Nedim Hoca. Gençlere verdiği öğütlerden birisi de her ülkenin kendi koşullarına uygun mücadele yöntemi geliştirmesi gerekliliği. Bu öğüdünü: Devrim şiir gibi oğlum; başka dile çevrilmesi güç iş! (sayfa 214) sözüyle dile getiriyor.
Romandaki karakterler inandırıcı. Muhsin, Reyhan, Salih, Nedim Hoca ve karısı, Muhsin'in annesi, babası ve katip Neşati hep inandırıcı karakterler. 407 sayfalık roman kısa sürede okunabilecek akıcılıkta yazılmış. Zaman zaman fazlasıyla didaktik olan Nedim Hoca sohbetleri dışında sıkıcı bölümü yok. 1970'lerin Türkiye'sine 2009'dan bir bakış sunan Yalancı Tanıklar Kahvesi romanı okunmalı ve özellikle Nedim Hoca karakterinin tespitleri tartışılmalı...
Tunç Tatoğlu
( http://haber.sol.org.tr/okumaodasi/12532.html adresinden)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder