28 Aralık 2009 Pazartesi

bu gökyüzünde grev var...


...
bir grevin üstüne yağmur yağıyor
ince ince
tek tek ve çiseleyerek
her damla bir grev gözcüsü
her gökgürültüsü bir slogan
açılıyor birdenbire pankartlar
bu gökyüzünde grev var ...


Adnan Yücel

27 Aralık 2009 Pazar

RUBAİLER'den

Birinci Bölüm'den...

5
Sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hâyale.
Halbuki sen orda, şehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle
ve balından mahrumedildiğin kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var
ve âsi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile...

7
Bu bahçe, bu nemli toprak, bu yasemin kokusu, bu mehtaplı gece
pırıldamakta devamedecek ben basıp gidince de,
çünkü o ben gelmeden, ben geldikten sonra da bana bağlı olmadan vardı
ve bende bu aslın sureti çıktı sadece...


İkinci Bölüm'den...

4
Geçmiş günün hasretini çekmem
-yalnız bir yaz gecesi bir yana-
ve gözümün son mavi pırıltısı bile
gelecek günün müjdesini verecek sana...

5
Ben, bir insan,
ben, Türk şairi komünist Nazım Hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret ben...


Üçüncü Bölüm'den...

1
İnsan
ya hayrandır sana, ya düşman.
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan...

4
Gün iyiden iyiye ışıdı artık,
tortusu dibe çöken bir su gibi duruldu, berraklaştı ortalık.
Sevgilim, sanki seninle yüz yüze geldim birdenbire:
aydınlık, alabildiğine aydınlık...



Nazım Hikmet

23 Aralık 2009 Çarşamba

gerçeklik, delilik... ama asıl sözüm Sanço Panço'lara

"Delileri ortalıkta görmeye katlanamaz akıllı insanlar. Onları ya loş arka odalara kapatırlar, ya da tımarhanelere. Çünkü, kendini özgür zanneden insanlara, aslında aklın birer tutsağı olduklarını anımsatır bütün deliler.Onlar, diğer insanlara zihin özgürlüğünün uçsuz bucaksız sınırsızlığını ve söz dinlemezliğini gösterirler.Aslında bir kahraman olan Don Kişot’a gülmeleri, içlerinde taşıdıkları kaosudur tüm insanların. Bütün insanlar, aslında Don Kişot gibi pervasız, gözü kara ve hiç kimsenin sözüne aldırış etmeden, doğru bildiklerini yaşayan bir kahraman olmayı isterler; ancak diğer insanların kendilerine gülecekleri korkusunu taşıdıkları için, hayatlarını Don Kişot’un içten pazarlıklı ve korkak yamağı Sanço Panço gibi tüketirler... "


nereden alıntılandığı, kime ait olduğu bilinmeyen ama bana pek bir denk düşen ufak bir yazı... diyelim ki bana dair, diyelim ki kaçışımın nedenseli, belki de yönü... "deliliğe" ...

bu yazıyı hayatıma sokan ömür'e tekrar teşekkürler...

22 Aralık 2009 Salı

Ankara, Mon Amour!

alışıldık akışın değiştiği anlardan birisi....

" Çocuklar yavaş yavaş annelerinin L-salon dedikleri yepyeni mobilyalarla döşenmiş, perdecide diktirilen ağır perdelerin yerleri süpürdüğü salonlara, ya da bir zamanlar uzak halleri ve yaz kış bu gibi kumaşlarıyla ayrıcalığın ta kendisi olan misafir odası koltuklarının, yeni yüzleriyle sakin bir emeklilik yaşadıkları oturma odalarına çekilmişlerdi. Ankara hâla tüm mevsimleri aynı ciddiyetle yaşıyordu. Apple, Galaxy ve Papazın Bağı bazılarının hayatlarından girdikleri gibi çıkıvermiş, yerlerini zafer çarşısı'na bırakmıştı.
Artık artistler değil, yönetmenler önemliydi.
Leonard Cohen ile Ali Asker'in sesleri birbirlerine karışırken, bildiğimiz mahalle arkadaşları mücadele arkadaşları olmuşlar, bazı analar babalar bu kez 'anarşiye karışanın' kendi çocukları olduğunu eşten dosttan saklamaya çalışarak Mamak'ın yolunu tutmuşlar, 'dağ başını duman almış' romantizmiyle büyüyen çocukların 'dağlarına bahar gelmiş memleketimin' diyerek içlenmeleri karşısında ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Uykusuz geçen gecelerinde akıllı bir çocuğun kalpsiz ana babaları mı yoksa kalpsiz bir çocuğun acı çeken ana babaları mı oldukları sorusunu sorup duruyorlardı kendilerine. Beş on yıl önce inşaatta çalışan amelelere üzülüp su taşıyan 'merhametli yavrularının', şimdi bu merhametlerini tüm dünya proleteryasını kurtarmak isteyecek kadar ileri götürmelerini affedemiyorlar, 'esrara alışsa bundan daha iyiydi, hiç olmazsa tedavi ettirirdik' diyerek karabasanlı rüyalara dalıyorlardı. Çocuklar ise sanki güç bir integral çözermişçesine soğuk bir edayla dünya devriminden bahsederlerken, yüreklerinin derinliklerinde bir yerde neden artık hep kalpsiz ve çalışkan çocukların makbul olduklarını sorup, tekrar tekrar kırılıyorlardı.
O günlerde, Ankara'da, Küçükesat'ta birbuçuk odalı bir çatı katında, adına kader denilen bir hayat, adına ideoloji denilen başka bir hayatla birlikte yaşamaya başladı. Jan Eyre ile Kapital, sokak ile ev, dün ile şimdi tekrar bir araya geldiler. Yıllardan bindokuzyüzseksen, mevsimlerden yaz, aylardan yine Haziran'dı. Ben İngiliz Edebiyatı öğrencisi Emel Kurtaran geceleri duvarlara yazı yazanlarla bir zamanlar gazoz kapakları toplayanların aralarında bir iilgi olduğunu anlayacak ve yeni bir yaz rüyasına dalacaktım. "

Şükran Yiğit

15 Aralık 2009 Salı

bir şarkı, sözleri ve Sabahattin Ali...

pek çok şarkıyı dinlerken dalıp gitmemek, bazı yaşanmışlıklara geri dönmemek mümkün mü? hele ki o şarkılar Hasan Yükselir'den dinleniyorsa...

bu sefer ki sevdalara götürmedi beni ama... "Üşür Ölüm Bile", çoğumuzun Ahmet Kaya'dan dinleyip, tanıdığımız bir şarkı ama kesinlikle en güzel bestesi ve yorumu Hasan Yükselir'e ait.

sadece merak ettim az evvel bu parçayı ard arda dinlerken, "acaba kaçınızın aklına Sabahattin Ali'yi getirmekte bu parça" diye.

bir parça bahenem oluverdi hemen sözlere verdim kendimi, ardından da kitaplığa uzanıp Sabahattin Ali'yi aradım raflarda. önce şarkının sözleri ardından da bir kaç öneri gelecek benden...



Üşür Ölüm Bile (Ülkü Tamer)

bir ormanda tutup onu bağladılar ağaca
yumdu sanki gözlerini uyur gibi usulca
bir soğuk yel eser üşür ölüm, ölüm bile
anlatır akan kanı beyaz sesiyle.

diz çöktüler karşısında sonra ateş ettiler
parçalanan yüreğine yuva kurdu mermiler
bir soğuk yel eser üşür ölüm, ölüm bile
anlatır akan kanı beyaz sesiyle.

gelip kondu bir güvercin ellerine o gece
kırmızı bir çelenk oldu bileğinde kelepçe
bir soğuk yel eser üşür ölüm, ölüm bile
anlatır akan kanı beyaz sesiyle.


şimdi hasan yükselir'e kulak verelim, bir dinleyin bakalım size neleri hatırlatacak...
son önerim ise Hıfzı Topuz'un yazdığı Sabahattin Ali'nin Romanı, yani "Başın Öne Eğilmesin" olacak, henüz okumayanlara belgelere dayanan bu kurguyu okumalarını öneririm...

13 Aralık 2009 Pazar

ben yine eskilerden dinledim...



dönüp dolaşıp eskileri kurcalamayı seven, eskilerden kopamayan birisiyim. işte bir genelleme de yapıyorum var mı eskiler gibisi?

ankara yağmura teslim, ben de yağmura :) sokakları arşınladım iki gün... şemsiyem, ben, yağmur, yerdeki yapraklar ve iyice çıplaklaşan ağaçlarıyla ankara sokakları...
ama bugün çok soğuktu, gezintim kısa sürdü o yüzden. günün geri kalanı ise sıcacık bir kahve eşliğinde pencere önünde geçti, bir de Ezginin Günlüğü ile...

1985 çıkışlı Seni Düşünmek albümü ilk dinlediğim albümüydü Ezginin Günlüğü'nün. Emin İgüs, Şebnem Başar, Güneş Uras, Nadir Göktürk, Tanju Duru ve Cüneyt Duru ekibi ile tanıdım onları, o muhteşem ekip ile... Yeri dolamayan bir albümdür benim için "Seni Düşünmek".
Gökte Uçan Huma Kuşu'nun tiz bir çığlık ile taa derinlere işleyen yorumu, A. Kadir'e (Gelen Benim), Nazım'a (Seni Düşünmek) kendinizi teslim ettiğiniz o anlar, bir de Emin İgüs'ün yorumu bir başkadır bu albümde, hele ki ilk dinleyişinizde 15inizde iseniz hayalleriniz, platonik aşklarınız şekilleniverir hemen bu albüm ile. Artık şarkı söylemek istersiniz, bilinmeyen ülkeye varmak, gelmemiş olanı orada beklemek istersiniz.

Dinlerken bir kez daha tekrarladım; "yeri dolmayacak"...

beklemek, olanı ya da olacak olanı, gelmeyeni, gelmesi isteneni... ancak bu bitiriş yakışır bu albüme... bitmemek üzere, beklemeye devam ederek

gelmiyorsun... (Gündüz Göktürk)

Yetişmiyor sana sesim
Bekliyorum gelmiyorsun
Yıllar geçti mevsim mevsim
Bekliyorum gelmiyorsun
Dağlar yüce beller uzun
Günler, aylar, yıllar uzun
Bu kadar mı yollar uzun
Bekliyorum gelmiyorsun


haydi bir de dinleyelim...

8 Aralık 2009 Salı

Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra

Bitirmemek için direnilen ama sayfaların sonuna çabucak ulaşılan ve hâla satırların derinliğinde dolaşılan bir kitabın ardından... Sanırım içimdeki ateşi körüklemek için yazıyorum bu beni etkileyen anlatımı

Umut Gibi İnsanlar

"Isıtan bir şeyden değil yakan bir şeyden söz ediyoruz. Kusura bakma ama Selma, Umut gibi insanlar kimseyi mutlu edemez, kendileri de mutlu olamaz. Bu tür insanların en çok duymak istedikleri şey, 'Böyle bir dünyada yaşaman mümkün değil' cümlesidir. Bunu büyük bir övgü olarak görürler..."

Selma dinlemiyordu. Umut'un boş bir meze tabağının altına sıkıştırdığı paraya bakıyordu. Böylesi daha mı iyi, diye düşünüyordu, o yakıcı sıcaklığın geride kalması. Vücudunda bir yerlerde, kalbinde değil başka bir yerde, küçük, sıcak olamayacak kadar küçük bir noktaya dönüşmesi Umut ile yaşadıkları her şeyin. Daha mı iyi çıplak ayaklarını yakan geniş kumsalın bitmesi?

Çünkü sonrası büyük, soğuk deniz.


"Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra", s. 71, Barış Bıçakçı