23 Eylül 2009 Çarşamba

23 Eylül ... Neruda



23 Eylül 1973'de, Allende'nin öldürülmesinden 12 gün sonra, evinde göz altında tutulurken hayata gözlerini yumar Neruda... "Yaşadığımı İtiraf Ediyorum" isimli kitapta Allende'nin son anlarını şöyle ifade etmiştir;

"Anılarım için bu satırları çabuk çabuk yazıyorum. Büyük yol arkadaşım başkan Allende"nin ölümüyle sonuçlanan o çileden çıkarıcı olaylardan üç gün sonra öldürülmesinin nedenini gizlediler. Ölüsünü gizlice gömdüler. O ölümsüz ölünün mezarına kadar yalnızca dul eşine izin verdiler birlikte gitsinler diye. Saldırganların yazdığına göre ölü olarak bulunduğunda, kendi canına kıydığının apaçık belirtileri varmış! Fakat yabancı ülkelerde yazılanlar bambaşkaydı. Hava bombardımanından hemen sonra tanklar saldırıya geçmişti. Tek bir adama karşı savaşabilmek için korkularından pek çok tank kullandılar. Şili Cumhurbaşkanı Allende, onları çalışma odasında bekliyordu. Yüce yüreğinden başka kimse yoktu o anda. Dumanlar ve alevler her yanı sarmıştı.
Saldırganlar böylesi bir olanaktan yararlanmalıydı. Saldırganların onu makineli tüfekle biçmesi gerekti. Zira o görevini bırakmamıştı!"

Seçmekte çok zorlandım ama bir şiiri ile son noktayı koyalım...

seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
çünkü hayat iki yüzüyle çıkar karşına hayat.
bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,
ateşde pay alır kendine soğuktan...
seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak
bir yolculuğa yeniden başlamak için;
bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni...
sanki ellerimdeymiş gibi mutluluğun
ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları
hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni...
sevgimin iki canı var seni sevmeye...
bu yüzden sevmezken seviyorum seni
ve bu yüzden severken seviyorum seni...

15 Eylül 2009 Salı

yine bir Ankara sevdalısından...

"Ankara bir düşler kentidir. Kentin kendisi insanları düşler dünyasına taşıdığından değil:
İnsan Ankara 'da düş kurmadan yaşayamaz da ondan.

Ya yönetimle ilgili bir düşünüz olmalı,
ya mutlulukla ilgili,
ya iyi insanlıkla ilgili bir düşünüz olmalı ya da iyi sanatçılıkla ilgili.

Düşlersiz yaşanamaz Ankara 'da:
çünkü ufuklar sınırlıdır dağlarla, geniş bir ufuk düşümüz yoksa,
çünkü dereler sığdır ve "denetim altındadır", göğsümüzde yüreğimiz bir çağlayana
kaynak oluşturmuyorsa.
Çünkü kale terkedilmiş gözükür uzaktan, içimizde taht kuran hüküm süren astığı astık / kestiği kestik, ama sırasında kendisini de kesen bir yönetim yoksa.
Çünkü ilişkiler köhnemiş, "memurin " ve hesaplıdır, yaptığınız her şeyi karşılıksız yapmıyorsanız.

Onun için de Ankara bir düşler yatağıdır, onun çorak bir ülke, tozlu bir kent, kısır bir yaşam
ve çeşnisiz bir toprak olduğu bir yana bırakılırsa... "

Ali Cengizkan

9 Eylül 2009 Çarşamba

beklerken..

8 Eylül, akşam 7 civarı... Ankara... Hava sıcak ama bu sıcaklık akşam esintisi ile birleşmiş ürpertmekte hafifçe beni, dolmuş ama bir türlü boşalamayan bir gökyüzü, gri, yani sonbahara adım atan bir Ankara'dayım artık. Beirut ezgileri kulağımda, bir de az önce bahçe ışıkları açıldı, hafif kararan bir gökyüzü altında, çıplak ampullerle aydınlanınca daha bir güzel gözüktü gözüme sarı, mavi, yeşil ve kırmızı renklere boyanmış bu tahta masa ve sandalyeler. Aslında yol üstünde bulunan bir cafedeyim. Bahçenin iki tarafı yola dayamış sırtını ama duvar ve demir parmaklıklara sarmalanan bitkiler yolla aramda aşılması zor bir set oluşturmakta. Ne mutlu... Farkettim ki görmüyorsanız yanıbaşınızdaki gerçekleği, rahatlıkla yok sayabiliyorsunuz. Şimdi Radiohead çalmakta, araba gürültüsü mü? O da ne? Ben müzikten başka bir şey duymuyorum...

Ankara'da alışıldık bir cafedeyim aslında. Benzerleri İstanbul'da, İzmir'de ve bambaşka bir şehirde bulunmaktadır eminim. Ama Eylül'ün 8i işte, burada hava süpriz yapmayı sevmez, mevsimler serttir ama geçişleri değil. Alıştırır sizi geçişler yaklaşmakta olana. O yüzden Eylül ayındaki akşam esintileri keyiflidir, daha doğrusu o uzun kuru sıcağın ardından özlenen ve beklenendir.

Az sonra iş çıkışı buluşulacak, bitkiden duvar, renkli sandalyeler ve işte en güzeli başladı, Radio Tarifa eşliğinde buluşulacak olan arkadaşı bir başına beklemek keyiflidir bu Eylül akşamında...




Manana - Radio Tarifa

1 Eylül 2009 Salı

Sonbahara doğru ... Ankara

Koskoca yaz geçti, pek çok yere gittim geldim. Daha doğrusu bu yaz kaçtım ben Ankara'dan..
2 gün oldu döneli, dün de iş başı yaptım. Bir serzeniş hali vardı üzerimde, dönüp dolaşıp bu kente gelmiştim yine sonunda. Bilemezdim ki bu halimin hemen geçeceğini...
Saat 6'ya yaklaştı, okul boşaldı ve her okula gelişimde söylene söylene, kan ter içinde çıktığım o fakülte önü yokuşuna attığımda kendimi herşey değişti. Şehir içine sıkışmış yeşilliği ile nefes almamı sağlayan kampüs, yürüken başlayan ve Cebeci - Kızılay yolu boyu bana eşlik eden hafif bir akşam esintisi ve iş çıkışı kısa buluşmalar yaptığım dostların özlemi... Yok yok, ben bu şehri özlemişim.
Zordur Ankara'ya Ankara'da yaşayanların gözünden bakmak, bizlerin bu kentten kopamayışının nedeninin anlamak... Geçenlerde Ankara'yı tam da benim yaşadığım şekliyle ele alan bir blog keşfettim, ANKARA'YA DAİR, diyorlar ki

merhaba
yeni bir ülke bulabilmek umuduyla yol alırken arkamızdan gelen bu şehri anlamak ve sevmek için buradayız...


gerisi ise bu adreste (http://ankarayadair.blogspot.com/)
bence bir göz atın