24 Nisan 2009 Cuma

23 Nisan'ın Ardından...


dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler

23 Nisan 2009 Perşembe

HAYATI ISKALAMA LÜKSÜN YOK SENİN !

Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına
inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat
olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve
yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme
yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya
hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı
neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile
karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin.
Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her
zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi
halin cezanda indirim sağlamaz.


Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu
yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen
karşılığında mutlaka başka bir iddiayla
karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması
gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın,
güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın.
"Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur
aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine
engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik
yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak
için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?
Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o
lüksü sonuna kadar yaşasın.


Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak"
yaşamayı Öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani,
yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu
hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir
eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken
de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin
sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif
verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında.
Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de
cabası....


Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun
asolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip
de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın
sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter
ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda
duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o
zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler
değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...

NAZIM HİKMET

9 Nisan 2009 Perşembe

Yalancı Tanıklar Kahvesi – Vedat Türkali


Ölümü kolay kabul edebiliyoruz , yenilgiyi kabullenmek zor. Hayatın bir yüzünde yenilgiler olduğunu unutuyoruz kolayca, hayat sadece yengilerden oluşuyormuş gibi. Bir akıl arıyoruz yenilgiyle baş edebilmek için, sağlam bir gerekçe arıyoruz. Yoksa yenilgilerle yaşamak zor geliyor.

Ülkemizin son otuz yıllık tarihi, neredeyse, “sınıf mücadeleleri tarihi” yerine “solun yenilgiler tarihi” olarak anılacak. Sol ders almıyor, sol birleşmiyor, sol artık sol değerleri savunmuyor, sol halktan kopuyor, sol örgütlenmiyor vs. Hadi hepsini kabul edelim solun yine de son dönem de en iyi yaptığı şey kendini eleştirmesidir. Ama ne eleştiri! Eleştirenlerin yazdıklarına bakarsanız, ki haklarını yemeyelim, kendilerini asla muaf tutmazlar eleştiriden, aslında sol top yekün durdurulamaz bir yanlışa sürüklenmiştir. Sol aslında iyidir ama alem kötüdür. Aleme uymaya çalışan solcu da arafta kalır. Sola dönük eleştirel romanların ana karakterleri de bu arafta kalanlardır. Yani solun cennetiyle düzenin cehennemi arasında kalanların gözünden izleriz olan biteni. Böylece her iki tarafı da gözlemleyebilen, kendi çelişkilerinden bizi haberdar eden bir karakterimiz olur.

Ben kendi adıma en çok bu karakter olmayı isterim hep. Bizi kızmaktan çok empati kurmaya zorlayan, zayıflıklarına yenilip aşık olabilen hatta bu yüzden acı çekebilen, büyük laflar eden yan karakterleri sadece dinleyip risk almayan, özgür ve sürprizlere açık bir karakter…

Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın özgün tezleri ve islamiyetin bu topraklardaki kökleri ile ilgili ilginç bilgiler dışında, bildik bulduğum bir romanın dumanı üzerinde bir okumasından sonraki çağrışımları ile yazdım yukarıdakileri.

Keşke, Vedat Türkali, gerçekten “yalancı tanıklar kahvesi” üzerine yazsaydı diye düşündüm. Çok ilginç olurdu.

Kitabın tanıtımı için uygun görülen metini de sizinle paylaşayım da haksızlık etme riskini azaltayım istedim;

1999 yılında yayınlanan iki ciltlik Güven'den 5 yıl sonra gelmişti Kayıp Romanlar (2004). Yayınlandığı ay içerisindeki okumuştum Kayıp Romanlar'ı. Güven'in bıraktığı yerden alıp günümüzdeki olaylara bakan bir romandı ve gene 5 yıl sonra yeni romanı çıktı Türkali'nin: Yalancı Tanıklar Kahvesi. Bu kez 1970'lerin ikinci yarısını, 1980 darbesine kadar olan süreci konu edinmiş.
Çoğunlukla Ankara'da geçiyor hikaye. Kahramanımız Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü öğrencisi Muhsin, güneydeki bir kasabadan, ağa çocuğu. Üniversitede tanıştığı Salih'in ve belki bir ölçüde okuduğu bölümün etkileriyle kendini solda konumlandırmış. Roman Muhsin'in kendini tanıma, hayattaki yerini bulma sürecini anlatıyor. Arka planda, siyasi cinayetlerle 1980 darbesine sürüklenen ülkenin yaşadıklarına tanıklık ediyoruz. Öyle sanıyorum ki, romanın bilen kişisi Nedim Hoca'nın ağzından Vedat Türkali, ülkenin yaşadıklarına yorumlar getiriyor. Nedim Hoca, okuldan atılmış bir felsefe öğretmeni. Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin yakınlarında FİDE adında kitapçı işletiyor. Muhsin'e ve dönemin diğer gençleriyle birlikte okuyuculara öğütler veriyor, ülkedeki sol hareket ile ilgili tespitlerde bulunuyor. Özellikle Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın öğretisine göndermeler dikkat çekici. Türkiye'de solun halk içerisinde kabul görmemesini, halkın yaşamında önemli yere sahip dinsel inanca yönelik tutumuna bağlıyor Nedim Hoca. Gençlere verdiği öğütlerden birisi de her ülkenin kendi koşullarına uygun mücadele yöntemi geliştirmesi gerekliliği. Bu öğüdünü: Devrim şiir gibi oğlum; başka dile çevrilmesi güç iş! (sayfa 214) sözüyle dile getiriyor.
Romandaki karakterler inandırıcı. Muhsin, Reyhan, Salih, Nedim Hoca ve karısı, Muhsin'in annesi, babası ve katip Neşati hep inandırıcı karakterler. 407 sayfalık roman kısa sürede okunabilecek akıcılıkta yazılmış. Zaman zaman fazlasıyla didaktik olan Nedim Hoca sohbetleri dışında sıkıcı bölümü yok. 1970'lerin Türkiye'sine 2009'dan bir bakış sunan Yalancı Tanıklar Kahvesi romanı okunmalı ve özellikle Nedim Hoca karakterinin tespitleri tartışılmalı...


Tunç Tatoğlu
( http://haber.sol.org.tr/okumaodasi/12532.html adresinden)