30 Aralık 2008 Salı

Sevgi Üstüne

Tensel zevkler değil benim sözünü ettiğim, bu konuda söylenecek çok şey olsa da; aşık olmaktan da söz etmiyorum, ki bu konuda söylenecek şey biraz daha azdır. Dünya bu iki görüntüyle yetinebilir, oysa sevgiyi özel olarak incelemek gerek. Çünkü o bir üretimdir ve seveni de sevileni de değiştirir, iyiye ya da kötüye doğru. Dıştan bir bakışla bile sevenler üreticiler gibi görünürler, hem de üst düzeydeki üreticiler gibi. Bir tutku, bir engellenmezlik taşırlar üzerlerinde: Zayıf değil ama, yumuşaktırlar; her zaman dostça davranışlar gösterme arayışı içindedirler. (sonuçta yalnızca sevgiliye karşı da değildir bu). Bu gibileri sevgilerini inşa eder, tarihsel bir şeyler katarlar bu sevgiye, sanki bir gün tarihi yazılacakmış gibi. Onlar için kusursuzlukla tek bir kusur arasındaki fark korkunçtur. Oysa dünya bu farkı rahatça göz ardı edebilir. Sevgilerini olağandışı bir şey kılarlarsa, bunu yalnızca kendilerine borçlu olurlar; başaramazlarsa kendilerini sevdiklerinin kusurlarıyla pek de mazur gösteremezler, tıpkı halk önderlerinin kendilerini halkın kusurlarıyla mazur gösteremeyecekleri gibi... Yüklendikleri sorumluluklar, kendilerine karşı olan sorumluluklardır. Bu sorumlulukların kılına zarar gelmemesi için gösterdikleri o büyük çabayı, başka hiç kimse gösteremez.

Öbür büyük üretimlerde görüldüğü, başkalarının hafiflikle ele aldığı birçok şeye sevenlerin önem vermesi, sevginin doğası gereğidir; en hafif dokunuşlara, en fark edilmez ara tonlarına...

Bunların en iyileri, sevgilerini diğer üretimlerle tam bir uyum içine sokmayı başarırlar; o zaman dostlukları yaygınlaşır, yaratıcılıkları çok kişiye yararlı hale gelir ve üretici olan her şeye omuz verirler.

Bertolt Brecht

25 Aralık 2008 Perşembe

İstanbul Balık Hali


İstanbul Balık Hali... Balıkçılar tuttukları balıkları kamyona yüklüyorlar, balıklar kamyonlarla Anadolu'ya götürülüyor...
voli
sırılsıklam bir gökyüzü çıktı ağlardan
masmavi bütün balıkçılar


16 Aralık 2008 Salı

Bildik yerdeki yabancı...



ODTÜ'deydim bugün, mezuniyetimin üzerinden geçmiş 4 yıl bilmem kaç ay...

Saat 13.40, tanıdık bir yüzle buluşmam var. Özlemişim hocam diyerek yanıma gelen öğrenciler olmadan kantin sohbeti yapmayı. Konu genelde olduğu üzere, dönüp dolaşıp "biz okurken" ki dönemlere geldi, "yabancı olmuşuz artık" dedik son olarak...

Saat 14.50 bilmem nedendir kütüphaneye yöneldim, öğrenciyken de severdim Reserve bölümünü, bir arada oturursun bilmediğin insanlarla o kocaman masalarda, ama tanıdıktır yüzleri. Karşılaşırsın onlarla yurtlar bölgesinde, fizik kantininde, Metin abi ile haftaya hangi filmi göstereceğine dair sohbet ederken. Sonra, müzik dinleyerek rahatça çalışabilirsin orda, istersen ritm de tut, bilindik sessiz kütüphane bölümlerinden değildir orası. Birlikte çalışırsın arkadaşlarınla, ara ara sohbetlere dalarsın, sonra bir çay molası ve çalışmaya devam. Rahatsız etmeyen bir sohbet uğultusu hakimdir havaya. O yüzden sen kaptır kendini müziğin ritmine, istersen parmaklarını da vur masaya, kimse duymaz, rahatsız olmaz... Zevklidir böyle çalışması kulağında kulaklık, müzik eşliğinde...

Aradan geçmiş onca sene, ben öyle bir yol seçmişim ki hala çalışmaktayım. Ama bu sefer bildik bir yerdeyim. Sadece masa ve sandalyeler değişmiş. Bir de dizüstü bilgisayarı olan insan sayısı artmış, sanırım internete de bağlanabiliyorlar burda.

Yine büyük bir masada, tanımadığım insanlarla oturuyorum. Önümde ise Matematiksel ispatın felsefik yönünü irdeleyen, baya kalınca bir makale... Ama ben eskiden sadece soru çözer, işlem yapardım...

Şİmdi? Önümde makale, karşımda eskisi gibi bildik bir yüz de yok aslında. Yüzler ufacık, küçük, deneyimsiz, daha yolun başında. Şu karşımda oturmuş fizik sorusuyla buğuşan çocuk kaçlı acaba? Fizik 105 olmalı uğraştığı ders. Değişmeyen şey ben, Rezerve ve ders çalışmakta oluşum, hala...

Sonra, sonrası daha da zevkli... Önümde makale ben bir eskiye bir şimdiye dalmışım. Masadaki yüzler değişmiş bu arada. Karşımda iki tane, sanırsam 1. sınıf öğrencisi. Çocuk kıza bir hediye uzattı, sevimli bir anahtarlık. Kız al al, oğlan da öyle. Hemen cep telefonuna sarılıp mesaj yazma bahanesiyle yüzünü önüne eğip utancını sakladı oğlan. Kız bir aldığı hediyeye bir de oğlana bakmakta. Ben ise müziğin sesini azıcık kısmışım, yakalamışım "aşkın en güzel hallerini".

Bu kadar oyalanma yeter der oğlan ve tatilin nasıl geçtiği ile başlattığı sohbeti vizyona güzel filmlerin gelmiş olduğuna bağlar. Ee artık bir sinema daveti yapılır. :)

Yapıldı da...

Sonrası mı? Tam olarak bilemiyorum, kızcağız ne evet ne hayır der haldeyken, benim kalkma zamanım gelmiş dedim kendi kendime. Kızın çekingenliği eminim benim masada olmamdan kaynaklanmamıştır. Müziğin sesini kısarak özellerine izinsiz girmiştim bir kere, sonrasında benim yerim yoktu... Aşkın en güzel halleriyle bıraktım onları başbaşa.

Reservden çıkmadan eski bir yüz daha çıktı karşıma. Özgür'e de anlattım benim aşıkları. Aynı yorumu yapıverdik sonra, "canım kızcağazım, zaman akıp geçiyor, naz yapmanın sırası mı! yaşa gönlünce, keyfince..."

Öyle işte... Güzel bir gündü, geçmişin, bugünün ve aşkın içinde...

Bir de mevsimlerden sonbahar olsa idi, değme keyfime :))

10 Aralık 2008 Çarşamba

Dışarda Kar



kar yağıyor dışarda
sokak lambasına düşüyor
ve serçeler
üşüyor

kenarları hafifçe yanmış
sayfalarına kan
sıçramış
bir kitapta
nâzım hikmet
okuyorum.

dışarda kar yağıyor
ve dağ lokantasına
gidiyor
zengin
kasabalılar.

kar yağıyor dışarda
mektubun yeni gelmiş
istanbul
kokuyor.

dışarda kar yağıyor
seni seviyorum.

Behçet Aysan

9 Aralık 2008 Salı

esir kentin esir insanları...



Girişte Hitler döneminin en bilindik sloganlarından biri kapıda, hoş geldiniz diyor: "Arbeit Macht Frei" (Çalışmak Özgürleştirir)
Katar katar esir, bu ve benzeri kamplara getirilip esirlikleri, "insanlığın" yararına dönüştürülmüştü.
Savaşın bitmesiyle işlevsizleştirilen bu kampların , tarihin karanlık sayfalarına gömüldüğü söyleniyor.
Öyle mi gerçekten? Şekil değiştirip "insanlığın" tamamını kapsar hale gelmiş olmasınlar sakın? Kafka'nın Dava'sına benzer, hepimizin esir kampına dönüşmüş olmasın?

8 Aralık 2008 Pazartesi

"Aşk Bir Kıyamama Halidir"

"Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yaman'ın eşyaları var... Küçük küçük poşetlerle sızmıştı. Aşk bir sızma halidir...

Yaman o kadar temiz bir adamdı ki ona kızamazdınız. Bir o kadar da yiğitti. Ben derdim ki; bu adam ne zaman yorulacak! Meğer acelesi varmış... Herşeyi o kadar yoğun, hızlı ve coşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu. Ben köşeleri çok olan bir insandım. Yaman beni eğitti... Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden 'biz' olabilme halidir...

İnsan egosu denetlenmesi en güç şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz... Biz birbirimize karşı çok saygılıydık... Eee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik... Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi... Aşk bazen de bir kıyamama halidir...

Şunu çok açık yüreklilikle söyleyebilirim, o benden daha iyi bir insandı...O kadar bebek, o kadar adam, o kadar temiz, onun kadar beklentisiz, onun kadar temiz yaşamayı öğrenmeye çalıştım. Buradan bir öğretmen öğrenci ilişkisi anlaşılmasın... O, o kadar ahlaklı ve temizdi ki, yaşam biçimi ve duruşu karşısında başka türlü olamazdınız. Onun yanında kirli kalamazdınız. Böyle bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana... Bu ateşle yanma hali o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın... Yaman’la her günümüz sevgililer günüydü... Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır... Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken boğaz’ı turlardık. Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda eksik aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır... Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıklardaki tutku kutsanır hep... Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre sahibiz biz...”

Meral Okay (Hayvan Dergisi - 2006)

5 Aralık 2008 Cuma

AŞKLAR İÇİNDE

...

Ama bak Kaybolup giderdi herbiri,
karşılaştılar mı bir yerde şiirle
Aslına bakarsan en güzel aldanmaları yaşadık seninle biz
Hatırlıyorum da öyle.

Tepelerde otlar yakmışlar,
kuzular dolaşıyor dumanların arasında
Bir kızla oğlan geçiyor, birbirilerine iyice sarılmışlar
Kızın ağzında ince bir dal parçası
Dalın ucunda bir tomurcuk, ağzıyla dudaklarıyla beslemiş sanki onu
Öylesine bilmek istiyorum ki ne konuştuklarını, ama duymaktan korkuyorum gene de
Söyle, en son nerde görmüştüm seni
Böyle dumanlar vardı gözlerinde, boynunda bir de
Şimdi gene var
Bileklerinde, bileklerinin renginde
Dudaklarında, dudaklarının
Gözlerinin dolar gibi olması renginde ve
Yorgunsan bir kıyı kahvesinde dinlenirkenki
Üşüdügün, başını omzuma koyduğun, sonra elele
Bir aşkı yaşamak, bir aşkınn bilinmesinden bambaşka değil miydi
Ve bu ikisini ayıran duman, yani bir aşkı bizim yapan
Bu dumanların hepsi gibi varsın şimdi de
Acele etme yoksun belki
Ben herşeyin bir bir yok olmasına o kadar alıştım ki
Ve her şeyin bir bir varolmasına o kadar alışacağım ki
Bilirsin neler için çarpmıyor bir yürek.

....


EDİP CANSEVER